Bazen daha önce yazdığım yazıları ya da şiirleri okurken -özünde bilinçdışımdaki mirasın dürtmesiyle- içimden “Ne kadar zaman geçmiş üzerinden.” diyerek hayıflanmak geçiyor. Ancak samimi olarak zaman kavramına yaşamı daha yaşanabilir kılmanın dışında felsefi olarak inanmadığım için böylesi bir cümle benim gerçek düşüncelerimi doğru yansıtmayacak.
Daha önceki şiirlerimde de ara ara incelemeye çalıştığım bir yaklaşım kendi adıma. Bir araba dolusu laf edip konuyu en sonda özetlemek yerine girişte anahtar cümleyi verip onun üzerinden ilerlemek istiyorum.
“Geçmiş ve gelecek yoktur yalnızca sonsuz bir şimdi vardır.”
Bu söz on yedinci yüzyılda İngiliz şair Alex Crowley tarafından söylenmiş. Durup düşündüğümde zaman denilen şeyin nerede sözü geçse hep olumsuz ve kötümser duyguları çağrıştırdığını görüyorum. Sürekli “akan, biten, harcanan, tükenen, sınırlı, kayıp giden, uçup giden” sıfatlarıyla anılıyor.
Bir günü yirmi dört saat kabul edip bu koşullanmaya göre yaşıyoruz. Ancak akıp giden bu zaman herkes için aynı hızla tükenmiyor. Zamanın göreceliliğini anlatırken en kolay örnek olarak sevdiğiniz birinin yanında geçen dört saatle sevmediğiniz birinin yanında geçen dört saatin sizde bıraktığı zaman duygusunun ayrımı verilir.
Ben de zamanın koşullanmalarımıza bağlı olduğunu düşünüyorum. Saatleri bir kıyıya bırakıp yalnızca güneşin doğuşu ve batışına göre yaşasak zaman algımız buna göre biçimlenir. Ay takvimine göre yaşayan insanlar da Güneş takvimine göre yaşayan insanlar da aynı kara parçasının üzerinde yaşıyor. Ancak farklı zaman algıları var. Bir örnekle inceleyelim.
İslam dini için kutsal günler Güneş takvimine göre her yıl yer değiştiriyor yani teknik olarak günler sabit değil ve hareket ediyor. Öte yandan kutsal günler ay takvimine göre belirlendiği için aynı zamanda da sabitler ve hareket etmiyorlar. Aynı evde yaşayan iki kişiden biri Ay öteki de Güneş takvimine göre yaşasa, örneğin Kurban Bayramı’nı biri hep periyodik olarak aynı günde yaşarken ötekisi ise hep farklı günlerde yaşamış oluyor. Kağıt üzerinde ikisinin bayramı aynı günde yaşaması mümkün görünmüyor. Oysa ikisi de bayrama birlikte giriyor. Neredeyse bir paradoks var gibi duruyor.
Zamanla ilgili duyumsadığım düşünsel çelişki kabaca böyle. Bir de yine yukarıda yarım kalan psikolojik yönünü açmak istiyorum. Her sözü geçtiğinde elimizden kayıp gittiğini duyumsadığımız, geçip gittiği için içimize burukluk veren bu kavramın bize çokça zarar verdiğine inanıyorum. Kim bir şeyleri yitirmeyi sever ki? Üstelik ne kadar çabalarsak çabalayalım gidişine engel olamayacağımızı bile bile.
Ortada bitip tükenen bir şey olmamasına karşın böyle bir kavram yaratıp sonra da onun harcanışını izlemek insanı çaresizliğe sürüklüyor. Bu nedenle zaman algısına takılı kalıp sürekli bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi duyumsamaktansa yaşadığım ana odaklanmaya çalışıyorum. Sonsuz şimdiye. Bu “Anı yaşa!” düşüncesinden de parçalar içerse de bunu tümüyle gamsızlık ve plansızlık düzeyine indirgemiyorum.
Gerçek anlamda “az önce, sonra, demin, dün” gibi sözcükler, dediğim gibi yaşamı kolaylaştırmanın dışında dünya görüşümde yer almıyor. Yalnızca sonsuz şimdi var. Eğer bir programdaki gibi yaşamı ileriye veya geriye sarabilseydik o zaman bu sözcüklerin de gerçekliğinden söz edebilirdim. Ancak yaşamımız her anına kolayca müdahale edebildiğimiz bir videodan çok bir canlı yayına benziyor.
Ancak her şeye rağmen ortada ölüm denen bir gerçek de var. Dolayısıyla gün gelecek ve yazdığımız öykünün sonuna geleceğiz. Genel kabule göre bize ayrılan bir zaman var ve bu zamanın sonunda öleceğiz. Dolayısıyla ölümün varlığı, bize bu zamanı iyi değerlendirmek zorunda olduğumuzu hissettiriyor. Ancak ölüme kadar geçen süreyi zaman olarak adlandırıp bir de kısıtlı ve gittikçe tükenen bir olgu olarak yaşamımızın orta noktasına almak, bizi anlamlı yaşamaya güdülemek yerine bir telaşa ve neyi tadarsak tadalım doya doya keyfini çıkaramamaya sürüklüyor. Aslında yukarıda kullandığım gibi yaşamayı bir zorundalık olarak görmüş oluyoruz.
Bu nedenle ben yalnızca dünyanın döndüğüne inanıyorum. Sevdiğim insanlarla zaman geçirmiyorum, dünyanın dönüşüne ortaklık ediyorum. Bu da mutluyken bile bir şeyleri yitiriyorum duygusunu önlüyor. Ölüm gerçeğini de bir o kadar farkında olarak ve özümseyerek, yaşadığım her andan keyif almaya, anlamlı yaşamaya çalışıyorum. Nasıl anlamlı yaşanır sorusunun yanıtı ise herkesin kendi benliğinde yanıtlanıyor. Sonuçta tek bir doğru yok!
Comments