“Dünya bir penceredir. Her gelen baktı geçti.” Yunus Emre
Şu köşe yaz köşesi,
Şu köşe kış köşesi,
Ortada bir film perdesi.
Otursan da izlesen biraz biraz,
Hayat bağırıyor dışardan avaz avaz.
Hangi pencereyi açtığını bilmiyorum,
Pencerendeki çerçevelerini de.
Kaç penceren var içinde sen söyle.
Ben bilmem ve sayamam,
Ama diyeceğim var ki sana,
Kapatma, aç hepsini teker teker.
Aç ki nefes alsın içindeki her şey birer birer.
Kokusu gitsin ocaktaki dibi tutmuş tencerelerin.
Perdelere yansısın filmografisi gözlerindeki pencerelerin.
Ben ne yağmurlar gördüm ne güneşli günler. Pervazımda ağlarken birileri, karşımdan yürüyordu bol kahkahalı gülüşler. Özlemini bir zarfa koyup bıraktı pervazıma bazıları. Göremedim geri dönüşlerini, yarım kaldı çoğunun gidişleri. Teselli ettim yüzden fazla bekleyişleri. Bir kahve koydurdum pervazıma. Böylece yamacıma oturup kahvemi paylaşanlarla kırk yıllık sohbet arkadaşı olduk. Ben onlara itiraftım, bazen de iltifattım. Uzun da sürerdi kahveleri yudumlamalarımız çünkü uzundu bana seslenişleri. Benle baş başayken onların aynasıydım. Kendilerine bakmalarına, kim olduklarını fark etmelerine izin verirdim. Benle baş başayken gelip yanı başıma oturan nerdeyse herkes fazlasıyla doğrucuydu. Şimdi arada bir bakıyorum doğrularıyla gelip bir selam verirler mi bana diye ama kayboldular yalanların içinde kalabalıklara, herkesleştiler. Üzülüyorum onlar için. Halbuki ne güzeldi kendilikler, rengarenkti çerçevelerim. Yine de bir tabure bulup oturmak isterlerse yamacıma yeniden, beklerim.
Her gün aynı manzaraya baktığımı sanıyorlardı, yanılıyorlardı. Her günün kokusu bile farklıydı, hissedemiyorlardı. Gelenler, geçenler; olanlar, bitenler… Hayat akışı gözlerimin önünde akıyordu. Derdi çoktu insanların, anlıyordum yüzlerinden. Umutları da vardı ama uykuluydu, yansıyordu gözlerinden. Herkeste başka bir telaş vardı. Seyrede seyrede anlamlandırmaya çalışıyordum her günün başka hayatlarını, hayatın bambaşka insanlarını. Her gün bir başka filmin oynat tuşuna basıyordum çerçevelerimin arkasından. Bir gün bir filmde kaos oluyordu, bazense bir filmde huzuru buluyordum. Bir bakıyordum adeta bir komedi filmi oynuyordu karşımda bazen de romantik bir aşk draması. Doğayla sessizce baş başa da kalabiliyordum. En hallice belgeseller karşımda çekiliyordu sanki. Zaten doğayla aramız çok iyiydi. Ağaçlar, çiçekler, böcekler…Şeffaf camlarıma yağmur damlaları uğrayıp belki üzüntüsünden belki de sevincinden gözyaşlarıyla suluyordu beni. Yüklü koca bulutlar bazen kar tanelerini kucağıma bırakıyordu. Her yeri bembeyaz görmek ne güzel oluyordu o zamanlar. Rüzgar gelip okşamak istiyordu bazen saçlarımı, boyun eğiyordum. Gök gürültülü fırtınalar çıkacak olursa ama ürpertiyordu beni. O an gelince sımsıkı kapatıyordum kendimi, korkuyordum. O zamanlar yarın göreceğim güzel manzaranın hayaliyle perdeleri kapattırıp uykuya dalıp gökkuşağının çıkmasını bekler oluyordum. Sonra sabah oluyordu, bir serçe konuyordu yamacıma, şarkılarla uyanıyordum güne. Mahallenin kedisi gelip hatırımı soruyordu bazen, bazen de çocuk sesleri arasından fırlayan bir top bir anda parçalayınca camlarımı çocukluğumu hatırlıyordum. Paramparça oluyordum belki ama yenilenmek için de ne büyük bir fırsattı. Şanslıydım anlayacağınız. Bir masa olup dört duvar arasında ne yapardım mesela. Ayaklarım yoktu belki ama her gün başka dünyalara seyahat edebiliyorken bu maceracı ruhumla pencere olmak tam benlikti çünkü pencereler merakın ta kendisiydi, yeni keşiflerin kaşifleriydi ama tabii bakmasını değil görmesini bilene.
Ben aynı zamanda dört duvarı hayata bağlayan şeffaf bir köprüydüm. Bunaltıların içindeki nefes alma durağıydım. Hayat insanlar için durgunlaştığında, sessizliğe gömülmeye başladığında onlara hayatı hatırlatıyordum. Bir kaldırıp başlarını dışarıya çıkartsalar içimden, çekseler içimden geçen havayı derinlerine, bir başka görmeye başlayacaklar dönen dünyayı, dünyayla dönen hayatlarını. Bensiz bir taş duvardan ne olur ki. Düşünsenize pencereler olmadan nasıl olurdu etrafınız, hayatlarınız? Dört duvarın arasında sıkışıp kaybolup giderdiniz. İşte bu yüzden yarın yeni bir güne başlarken bir bakın çevrenizdeki en yakın pencereye. Sizin için şimdi ne ifade ettiğime bakın. Ben gibi bir sürü pencere var hayatın içerisinde, açılmayı bekliyor.
Açılmayı, sevilmeyi ve fark edilmeyi bekliyor pencereler.
Tahta, plastik, alüminyum çerçevelere yerleşmiş bir camdan çok daha fazlasıyız. Pencereleri hafife almayın. Kimimiz eskiyiz, bir tarih kitabı gibiyiz. Kimimiz modern çağın yeni esintisiyiz. Kimimiz daha kültürlü, daha entelektüel, kimimiz daha sıradan ya da döküğüz ama hepimizin bir karakteri ve söyleyecekleri var, inanmıyorsanız bakın, bize kulak verip fark edin.
Yani demem o ki kapatmayıp açın pencerelerinizi. Bırakın içeriye mevsim girsin, gün girsin, güneş girsin, gündüz girsin, gece girsin biraz. Ay süzülsün pencerelerinizden. Hayat dolsun içerisi, aşk doğsun, umut doğsun, ilham doğsun; zaman dursun ve pencerelerinizle anda kalın.
Comentarios