top of page
Yazarın fotoğrafıNurullah Samet Yılmaz

Metamorfoz IX

Bir Yeryüzü Tanığı

Bekir odadaki her şeyi topladı ve Cevdet ile Müjgan’ın yanına gitti. “Görev tamam patron.” dedi ve elindekileri Cevdet’in masasına bıraktı. Cevdet, Müjgan’a baktı ve ondan onay aldıktan sonra “Son bir işin var Bekir, onu da bitirince çıkabilirsin.” dedi ve Bekir’e bir enjektör uzattı. “Dostumuz çok zamandır acı çekiyor, istediği şeyi şimdi yapabiliriz.” dedi. Müfit’in fermanı imzalanmıştı.

Bekir önüne kemik atılan aç sokak köpekleri gibi Cevdet’in gözlerinin içine neşeyle bakıp kuyruğu olsa oracıkta kıvır kıvır döndürecekmiş gibi yeni oyuncağının yanına koşturdu. Kapıyı açmış, dışarı çıkmak üzereyken bir an duraksayıp bedenini çevirmeden yalnız başıyla Cevdet’e döndü. Bekir’in beklenmedik esnekliği Cevdet’te bir tiksinti yaratsa da ona hiçbir şey belli etmemeye çabaladı.

“Cevdet Bey, biz şimdi bu adamı öldürüyoruz ya…” Durmuştu. Aklında uçuşan binlerce düşünce var da hiçbirinin ipini yakalayamıyormuş, sözlerini bir türlü toparlayamayacakmış gibi bir yüz ifadesi takınmıştı. Ne var ki Bekir basit bir insandı. Aynı anda binlerce düşünceyi zihninde dolaştırmak bir yana tüm ömründe bin düşünceyi bir araya getirmişliği yoktu. Hala kapının üzerinde dikiliyordu.

“E Bekir, bir şey mi söyleyeceksin?” dedi Cevdet.

“Hani sonuçta öldürdüğüm öteki adam bu Müfük’ün torunuydu.”

“Neyin?”

“Şimdi öldüreceğimiz adam yok mu, onu diyorum.”

“Müfit’in?”

“Ne boksa.”

Cevdet, Bekir’in yüzüne, gözlerini hiç ayırmadan üç dört saniye suskun ancak sinirle baktı. Bekir önce ne olduğunu anlamasa da sonra ne söylediğini farkına varınca başını yere eğdi.

“Bekir, son beş saniyen, ne söyleyeceksen tek seferde söyle ve çık!”

“Gelecekten gelen adamı öldürdük, bunu da öldürürsek… Acaba diyorum ileride bir sıkıntı çıkmasın.”

“Ne gibi bir sıkıntı çıkacakmış?” dedi Müjgan küçümseyen bir tavırla.

“Bir sen anlamıyorsun ya bu işlerden. Kaç yıldır biz de bu kuruluşta bu zihin dalavereleriyle uğraşıyoruz. Gelecekten getirdiğimiz adamı öldürdük, ileride bir sorun çıkar mı diyorum. Ne öyle hemen imalı laflar.”

“Senin aklın böyle şeylere eriyor muydu? Şaşırtıyorsun beni.”

“Senin aklını da gördük. Doktor’un peşinden ayrılmıyorsun, görmüyorum sanma. Kim ikna etti onu buraya getirmeye? Senin aklına kalsaydık herif Norveç’ten bir ev daha alacaktı. Akıl akıl da gel…”

“Bekir!” Cevdet sesinin en yüksek perdesinden bağırarak Bekir’in sözünü kesti. “Dışarı çık, işini yap. Bunları sen düşünme. Hadi!”

Bekir ağzının içinde bir şeyler söylemeyi sürdürerek usulca dışarı çıkıp kapıyı kapadı. O odadan çıkar çıkmaz Cevdet birden ayaklanıp Müjgan’dan Bekir’in kabalıkları için özür üstüne özür dilemeye başladı. “Biliyorum Müjgan Hanım, kaç yıl oldu ona insan gibi davranmayı öğretemedim. Ama sizin kim olduğunuzu bilmediği için böyle yapıyor. Bilse sözünüzden dışarı çıkmaz.”

Müjgan aynı cümleleri onlarca kez duymuş olmanın verdiği alışmışlıkla hiç oralı olmuyordu.

“Ama bir haklılık payı da yok değil. Semih’i öldürdük. Şimdi Müfit de ölünce geleceği değiştirmiş olacağız.”

Müjgan masanın üzerindeki dosyaları bir bir eliyle açıp yan yana dizerken konuşmaya başladı.

“Gelecek birinin önceden yazıp oynatmaya başladığı bir film değildir Cevdet. İçinde bulunduğumuz her an onu yeni baştan yazıyoruz. Bu oyunda, oyuncular da değişir konu da. Biz hala buradayız. Önemli olan da bu. Müfit’le Semih’in sahneden ayrılma vakti.”

“Leyla’ya ne olur acaba?”

“Bekir, ne yapar eder onun annesini bulur. Şu hikayede Leyla’nın varlığı seninkinden bile kuvvetli.” dedi ve içten bir kahkaha patlattı. Müjgan’ın yumuşadığına kanaat getiren Cevdet de esprisine barındırdığı tereddüt tınısını pek de ustalıklı gizleyemese de gülerek katıldı.

Müjgan’ın masaya yelpaze gibi serdiği dosyaların yanında bir hard disk, iki usb bellek, daha önce ağzı yırtılmış birkaç zarf ve Müfit’in olduğu belli olan özel eşyalar vardı. Cevdet bellekleri bilgisayara bağlarken Müjgan da dosyaları, klasörleri karıştırıyordu. Ekranda gördükleriyle ellerindeki kağıtlarda yazanlar birbirinin aynısıydı. Cevdet koltuğunda, Müjgan ise Bekir çıktığından beri onun yanında ayaktaydı. Belgelerin sayfalarının yavaş yavaş çevirirken elindeki koyu mavi kaplı klasörü iki eliyle birden hızlıca kapadı. Kapakların birbirine çarpmasıyla çıkan sesten irkilen Cevdet ona döndüğünde klasörü çoktan sol eliyle tutup bir ucunu da masaya dayamıştı. Gözlerinde kendini boş verip uzaya infilak etmeyle, evreni boş verip içine çökme arasında oynaşan bir kararsızlık dansı vardı.

“Baksana, sakladığı bilgilerin hepsini kağıda da basmış.”

“Kağıda bile bastıysa, bu belleklerden başka kopyalar da olabilir. İşini şansa bırakmak istememiş.”

“Sanmam. Anılarını didik didik ettik. Kasadan başka sakladığı bir yer yok.”

“Birilerine göndermiş olma ihtimali? Semih’in okuduğu İngilizce mesaj?”

“Yok, o mesajı sen yakaladığında çocuklar araştırmaya başlamıştı zaten kime yazdığını. Bir şey göndermemiş. Yılanın başını küçükken ezmiş olduk.”

Müjgan az önce söylemek istediği başka bir şey varmış da söylemeyi unutmuş gibi konuyu hemen değiştirdi.

“Sence neden bellektekileri kağıtlara da çıkarttı?”

“Garantiye almak için.”

“Tabii, o da var da bir baksana şunlara. Bu kadar veriyi belgelemeyle kim uğraşır?”

Cevdet, Müjgan’ın neyi ima ettiğini pek anlamadığını gösteren müphem bir baş işaretiyle ona baktı.

“Sorumu şöyle düzelteyim, hangi genç bu kadar veriyi kağıda bastırır? Ya da hangi ihtiyar bu kadar veriyi bilgisayarda saklamayı becerir? Biri eksi bir, biri artı bir. İkisini de aynı anda ancak bizim gibiler yapabilir. Geçiş döneminde büyüyenler. Biz bilgisayarın, telefonun yokluğunu da biliyoruz varlığını da. O yüzden ikisine de aşinayız. Müfit de bizimle hemen hemen yaşıttı. Şu belleklerden üç dört tane daha çıkarmak yerine kağıtlara basmayla ancak bizim gibi arada kalanlar uğraşır.”

***

“Elgin Karaalmaz, Akif Karaalmaz’ın yeğeni. Ailesi o altı yaşındayken evlerinde çıkan yangında vefat etmişler. Yangından kurtulan tek kişi Elgin. O günden sonra amcası Akif onu himayesine almış. Onunla birlikte yaşamış. Akif saygın bir bankacı. Buraları uzun uzadıya anlatmak istemiyorum çünkü zaten siz de hakimsinizdir. Yalnızca Akif Bey’in ya da doğruyu söylemek gerekirse Akif abinin bana anlattığı bu hikayenin böyle olmadığını nasıl korkunç biçimde öğrendiğimi anlatmak istiyorum. Akif abi çok becerikli bir adamdı, kuruluşun ilk yıllarında ben yoktum ama onun burası için ne kadar önemli birini olduğunu söylemek isterim. Muhtemelen kuruluşun gerek duyduğu bütün finansmanı paravan şirketler aracılığıyla başlangıçta hep Akif abi üzerinden sağladılar. O hiçbir zaman bizzat işin içinde olmadı ama gölgesi her zaman onlarlaydı. Aslında her şey de rayına uygun ilerliyordu. Ancak her ne olduysa Elgin düzeneğe gelip gitmeye başladı. Bu haberi Müjgan Hanım’a haber veren kişi benim. Onların daha hiçbir şeyden haberi yokken. Müjgan Hanım deliye dönmüştü. Hemen benden Elgin’in anılarının dökümünü çıkarmamı istedi. İşimiz gereği biz asla anıları izlemeyiz. Yalnızca kaydederiz, arşivleriz. Ama ilk kez Müjgan Hanım’ı bu kadar öfkeli ve biraz da paniklemiş görmüştüm. İtiraf etmeliyim onun bu ne yapacağını bilemeyen hali hoşuma bile gitmişti. Gözümde o güne dek yarı tanrıça haline gelen bu kadının insan olduğunu yeniden anımsamak putlarımı kırmışım gibi hissettirmişti. Benden anıları aldıktan sonra apar topar odamdan ayrıldı. Onu neyin bu kadar rahatsız ettiğini o kadar merak ettim ki yasağı çiğnedim. Hemen orada, Elgin’in anılarını izledim. Yaklaşık iki aylık bir süre içerisinde düzeneğe birçok kez girmiş her defasında da aynı anısını baştan almıştı. Ailesinin öldüğü yangın gecesine gidiyordu. Anıları arka arkaya çabuk çabuk izlemiştim. Gördükleri çok basitti. Yatağında yatarken uyanıyor, alevler arasında bir kişi onu kucaklayıp dışarı çıkarıyor ve bir arabaya bindiriyordu. İlk başlarda onu kurtaran kişi bir itfaiye memuruna benzese de anılarının son halinde o kişinin amcası Akif olduğunu görmüştü. Üstelik yangını çıkaran da oydu. Gördüklerim beni şoka uğrattı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Kucağımda bir bomba varmışçasına huzursuz olmuştum. Neden bu anıları izledim diye kendi kendime lanetler yağdırıyordum. Az önce Müjgan Hanım’ın düştüğü tedirginliğe içten içe keyiflenirken şimdi ben aynı konuma gelmiştim. Bu düşünceler aklımı istila ederken bir aralık çevremin kayar gibi hareket ettiğini fark ettim. Koşuyordum! Ne ara kapıdan çıktım, hangi ara o kata geldim hiçbir fikrim yoktu. Benim için her şeyin kırılacağı yere doğru mıknatısla çekiliyormuş gibi ilerliyordum. Elgin’in düzeneğe girdiği özel odanın kapısına vardığımda içeriden tartışma sesleri yükseliyordu. Birkaç dakika öylece hareketsiz kapıda bekledim. Ne içeri girebiliyordum ne dışarı çıkabiliyordum. Akif abinin sesini hiç unutmuyorum. Sayıklar gibi sürekli aynı cümleleri tekrarlıyordu: O benim Elgin’im, o benim garibim. O benim Elgin’im, bunu yapamam Müjgan.

Ve tartışmanın doruğa vardığı bir noktada iki el silah sesi. Ama iki ayrı silahtan. Silah seslerini duyar duymaz kendimi içeri attım. Kapının arkasında Müjgan Hanım, elinde silah, karşısında kanlar içinde yatan Elgin ve Elgin’le onun arasında kapının sağında kalan duvara doğru sırt üstü düşmüş yine başı kanlar içinde Akif abi. Boş boş odadaki fecaate baktığımı hatırlıyorum. Öyle bir vahşete tanık olmuştum ki Müjgan Hanım istese beni de öldürebilirdi. Ama öldürmedi. Yetmezmiş gibi olayın kayıtlarını da bana sildirdi. Beni kullandı. Neden beni de öldürmedi diye kendime o gün bugündür soruyorum. Neden sırtıma bunca sorumluluğu yükledi?

Beş yıl geçti bu olayın üstünden. Akif abi intihar etmişti. Öyle söylenmişti basına. Evet intihar etmişti ama belli ki Müjgan Hanım onu bir çıkmaza sürüklemişti. Şimdi onun bunca olan bitenden sonra rahatça, hiçbir şey olmamış gibi yaşamını sürdürmesine katlanamıyorum. Akif abinin bana yaptığı iyilikleri unutamam. Belki çok doğru bir adam değilim ama bu kadar eğrilik benim bile omuzlarıma ağır geliyor. Bütün yolsuzluk belgeleri, paravan şirketler, anıların kaydedilmesi, düzeneğin yapabildiği ancak halka açıklanmayan işlevleri kısacası Akif abinin ve Elgin’in de ölümüyle ilgili her şey size adresini daha sonra eşimin postalayacağı bir bankada, özel kasada. Belgeleri ofisimdeki kasamda saklıyordum hala da orada bir kopyası duruyor ancak beni de ölmeden önce düzeneğe bağlamalarından endişe ettiğim için benim bilmediğim, yalnızca eşimin bildiği bir başka kasaya daha koyacağız. Hangisine ulaşırsınız bilemiyorum ama ikisinin de şifresi aynı olacak: GARİP/42747. Eşimin hayatıma son vereceğimden haberi yok, sizin de bu haberi ona ulaştırmamanızı rica ediyorum. Ben bu vicdan azabıyla zaten yaşayamıyorum, eğer benim zihnime girerseler ona da ulaşırlar o yüzden her şeyi sonlandırmak hiç değilse onun ve oğlum Aziz’in geri kalan ömrünü huzurla yaşamasını sağlamak istiyorum. Size güveniyorum. Bu kez yarım kalan işinizi tamamlamanızda bu belgeler size fazlasıyla yetecektir.

Değerli savcım Emel Uyar’a saygılarımla,

Müfit Gürsel"


6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page