Önemli bir yılın içindeyiz. Cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlayalı neredeyse bir ay oldu. Ben de cumhuriyetin bize sağladığı kazanımları farkında olan her Türk vatandaşı gibi bu değerli döneme kendimce katkı sağlamak istedim. Tabii anlatacaklarım, Atatürk’ün kurduğu fabrikalar, çağdaş üniversite atılımları, uluslararası anlaşmalar üzerinden gitmeyecek. Bunları derinlemesine okuyabileceğiniz ve artık günümüzde dinleyebileceğiniz saygın kaynaklar ve kişiler var. Ben size daha ayrıntıya kaçan, belki de çoğu kimse için önemi olmayan konulardan bahsedeceğim: Logolar
Ne zaman cumhuriyetin ilk dönemleriyle ilgili bir şeyler karıştırsam gözüme bir yönüyle o dönem kurulan bankaların, kurumların, okulların logoları ilişiyor. Henüz o zamanlar piyasa rekabeti günümüzdeki gibi çığırından çıkmamışken temeli atılan kurumların logoları sanki günümüzden gelmiş gibi tasarlanmış.
Biraz sonra örneklerle ilerleyerek ne demek istediğimi daha iyi anlatmış olacağım ancak öncesinde bir zemin oluşturalım. Günümüzdeki hakim logo algısı sadelikten yana. Her yerden reklam fışkıran ve algılarımızı yoran bu uyarıcı bombardımanı içinde kendini pat diye ortaya çıkaran basitlikte logolar daha ön planda. İnternet, dergi, gazete, tabela, broşür, sinema, formalar gibi hemen her yerde bir logo görebiliyorsunuz. Her şey -buna insan bedeni de dahil- reklam için uygun bir alan olabiliyor. İşte böyle karmaşanın kol gezdiği bir ortamda pazarlamacılar da kendi ürünlerini veya hizmetlerini öne çıkarmak için sadeleşme yoluna gidiyor.
Henüz markaların bu denli çoğalmadığı dönemlerde, on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru kurumlar markalaşmayı denerken ortaya çıkardıkları logolar da günün algılarını hesaba katarsak daha debdebeliydi. Örneğin FIAT’ın ilk logosundaki uçan kaçan dalları ve uzun uzun açılımı yazılmış tasarımıyla günümüzdeki tasarımı yan yana koyunca demek istediğim daha net anlaşılır.
O dönemdeki pek çok logoda bu karmaşayı görebilirsiniz çünkü rakibin yoksa ya da azsa, daha doğru bir ifadeyle insanlar sana mecbursa, kendini fark ettirmeye çalışmanın bir gereği kalmıyor. Ne yaparsan yap, kabul görmek zorunda.
Şu an bile hala çoğu köklü marka, logolarını değişen çağa ayak uydurmak için yeniliyor. Doksanların sonu ve iki binlerin başındaki üç boyutlu, sanki photoshopta kabartma yapmayı yeni öğrenmiş hissi veren logolarından uzaklaşıp iki boyutlu ve tek nefeste çizilebilen logolara dönülüyor.
Buna güzel örneklerden biri benim için Renault sayılabilir. İki binlerin başında kullandığı üç boyutlu ve gölgelendirmeli logosundan siyah beyaz, bir kurşunkalemle hemen herkesin çizebileceği basitlikteki bir tasarıma geçmiş. Bu kısa paragraftaki son cümle aklınızda kalsın, konuyu dağıtmamak için ileride buraya yeniden değineceğim.
Cumhuriyetin ilk yıllarında temeli atılan kurumlardan logolarıyla dikkatimi ilk çekenler çoğunlukla bankalar olmuştur. İlk örneği Ziraat Bankası’yla vermiş olalım. Osmanlı’nın son dönemlerinde kurulan Memleket Sandıkları projesinin devamı sayılabilecek ve genç cumhuriyetin ilk bankası olma özelliğini taşıyan bu bankanın logosu da özenli bir işçiliğin ürünü. Adıyla uyumlu olarak bir başak figürü içeriyor. Başağın gövdesini Z ve B harfleri, sapını ise T ve C harfleri oluşturuyor. Çocukken bunu kendiliğimde farkına vardığımda çok garip bir mutluluk yaşamıştım. Filmin sonundan katili kendi kendinize bulmuşsunuz gibi bir haz.
Logo o kadar temiz ve yalın ki aynı banka bugün kurulsa ancak bu kadar iyi bir tasarım ortaya çıkarılabilirmiş. Logonun tasarımcısı olarak çeşitli yerlerde İhap Hulusi Görey’in adı var ancak kendine ait çizimlerin içinde logoyu bulamadım. Gel gelelim bu logoyu kendisi tasarlamamış olsa da bu onun cumhuriyeti afişleyen adam olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kendisiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler için bir başka inceleme yazısını buraya bırakıyorum.
Geçelim sıradaki örneğimize: Sümerbank. Yine bir bankayla devam ediyoruz. 1932’de Atatürk’ün bizzat adını verdiği, Türkiye’deki sanayi ve endüstrinin itici gücü olması için kurulan banka. Logosunu SEKA kağıt fabrikasının kurucu müdürü Mehmet Ali Kağıtçı’nın tasarladığı söyleniyor. Yine aynı tarzda ortaya çıkmış, yalın bir logo. Biraz dikkatli bakınca S ve B harfleriyle bir anahtar oluşturulduğu görülüyor. Kuruluş amacına hizmet eden bir logo, sanayinin anahtarı.
Bu logoların neden değerli olduğunu biraz daha ilerledikten sonra günümüzdeki örneklerle karşılaştırarak göstereceğim.
Bir başka örnek Devlet Demiryolları logosu. Ay-Yıldız’ın arka planındaki mavi renkli tasarımın ortasında tren tekerleği, ve bu tekerlekten çıkan kanatlar bulunur. Yıllar içinde bir miktar değişime uğrayıp tasarım tekerlek vasfından uzaklaşsa da halen daha çok yalın bir logo olarak gösterilebilir.
Belki çok göz önünde olduğu için farkında değiliz ancak bir başka aynı döneme ait logo da Halk Partisinin amblemi. Partinin altı ilkesini simgeleyen altı ok. Grafik incelemesine ben girmeyeceğim, ayrıntılı bilgi çeşitli mecralarda mevcut. Ancak fikrin güzelliği ve bunu uygulamaya dökme gücü çok başarılı. O kadar markalaşmış bir logo olmuş ki partinin Altı Ok olarak anılmasına bile neden olmuş.
Bunun yanında iyi mi yoksa kötü mü olduğunu ayırt edemediğim bir logo daha var: Diyanet İşleri Başkanlığı. Logoya ilk bakışta soldan sağa sırasıyla d-ö-b ya da d-ɘ-b gibi bir harf dizilimi var. İlk olarak d’yi diyanete, b’yi de başkanlığa yoruyorum ama ortadaki simge anlamsız kalıyor. Diyanet’in kendi sitesinde yer alan bilgilere göreyse logo simetri esasına göre oluşturulmuş. Yani bizim d ve b dediğimiz şekiller yalnızca Diyanet’in d’sini simgeliyor. Ortada yer alan kesik çember ve üzerindeki iki nokta da kubbeyi simgeliyor. Dolayısıyla logo bir camiyi andırıyor. İlk bakışta logonun camiye benzediğini söylemek kolay ancak ortadaki simgenin kubbeyi temsil etmesi makul değil. Ben üzerinde iki çıkıntı olan kubbe görmedim. Hadi biri şerefe, öteki ne?
Kendileri böyle bahsetse de simge, bana daha çok arap harflerinden birinin latinize edilmiş halini düşündürdü. Aklıma gelen ilk harf “ق “oldu. Bu durum Galatasaray kulübünün ilk logosunda da vardı. Arap harfleriyle oluşturulan logo, Dil Devrimi sonrası Latin harfleriyle tasarımı korunarak yeniden biçimlendirilmişti. Her iki hali de gayet şık.
İnternete bakınca benim gibi düşünenler olduğunu gördüm. Birkaç kişi logoyu Arapça okuyunca “Hak” sözcüğünün ortaya çıktığını söylüyor. Olabilir, mantıklıdır. Eğer bu ve benzeri bir düşünceyle yola çıkılmışsa çok zekice bir tasarım olduğunu söylemem gerekiyor.
Çözümlediklerimin yanında bir de sırrına vakıf olamadığım bir logo var: Türk Dil Kurumu. Logo ben sıradan bir çizim değilim diyor ancak ne anlama geldiğine dair bir kaynak bulamadım. Ben de kesin olarak bir simgeye benzetemedim. Esasen bu durum logonun başarısına gölge düşürür. Çünkü bir logoyu çoğunluğun ilk bakışta kolayca anlamlandırabilmesi istenir. Ancak burada tasarım bize bir mesaj vermeye çalışmışsa da doğru yöntemi kullanmadığını kendi adıma söyleyebilirim. Bu konuyla ilgili fikriniz varsa benimle paylaşmanızı da isterim.
Toparlarsak Cumhuriyet’in ilk dönemine ait ince tasarım zevkine sahip, günümüzün amblem anlayışına yakın derecede başarılı ve başarılı olduğu için de halen kullanılan logolar var. Bunların içinden benim için en ikonik olanı ise Ziraat Bankasının logosu. Özellikle seksenlerin sonu doksanların başında tasarlanan resmi kurum logolarında bir karmaşa mevcut. Logo dediğimiz şeyin, pek çokları içinden sıyrılıp akılda kalıcılığı sağlaması gereken bir simge olması beklenirken bizim logolarımızda zemindeki hareketlilikten gözleriniz yorulur. Bunlara en iyi örnek belediye logolarıdır.
Size hızlıca beş adımda Türkiye’de belediye logosu tasarlamayı anlatayım.
1. Birbiriyle uyumsuz en az üç renk seçin.
2. Yuvarlak bir zemin seçin.
3. Logonun her iki yanına birer minare iliştirin.
4. Minarelerin arasına şehrinizi yansıtan tüm simgeleri yerleştirin.
5. Logonun çevresine çember şeklinde belediyenizin adını yazın.
İşte logonuz hazır!
Size bununla ilgili en güzel örneklerden birini yakın tarihte yarışmayla seçilen Ortahisar Belediyesinden vereyim. En dışta cami, hemen iki yanında minare. Caminin içinde Trabzon kalesi, kalenin içinde Kanuni Evi. Evin altında deniz, denizin içinde hamsi. Köfteyle, fındık eksik kalmış. Belki tütün de denenebilirdi.
Bir başka örneğe geçelim. Tokat Belediyesi. Tasarımı deşifre etmek yarım saat sürer o yüzden ayrıntıya girmiyorum. Bu kez zaten ortada logo da yok bildiğiniz fotoğraf var. Şöyle şehrin yüksek bir yerine çıkmışsınız da panoramik fotoğraf çekmişsiniz gibi.
Sözün özü, günümüzde halen daha kötü tasarımlar sürer giderken yukarıda bahsettiğimiz incelikli logolar bundan elli ila yüz yıl önce tasarlanmış ve güncelliğini koruyor. Buradan bu çizimlerde emeği geçen sanatçılara ve onlara özgür çalışma imkanı sağlayan dönemin yöneticilerine teşekkür ediyorum.
Bir kez daha, gür sesle, çok yaşa Cumhuriyet!
Comentarios