Bin Aşık Yılı Uzakta
Müjgan, Doktor’un yanında gayet rahat oturuyordu. Uzun zamandır planladığı buluşmaya çok kısa bir zaman kalmıştı.
“Bu biraz daha zor olacak.” dedi Doktor. “Gelecekte yaşayan birini şimdide yaşayan birinin bedeni içinde buraya taşıdık. Ama geçmişte yaşamış birini şimdiye taşımak… Deneyeceğiz. Mademki bu kadar önemli. Yalnızca Semih’le Müfit’in DNA’larında benzerlik oranı akraba oldukları için yüksekti. Dolayısıyla birleşmeyi kolayca hallettik ve hatta ikisini ayırmama olanak sağlamamış olsanız da inanıyorum ki kolayca ayrılacaklardı da. Ancak şimdi hiçbir bağı olmayan iki insan… Cevdet Bey bunu nasıl kabul etti?”
Bekir ikisinin arkasındaki koltuğa yerleşmiş Cevdet’in kafasının içinde çınlayan bağırışlarına için için gülüyordu: Müjgan bu ne demek oluyor? Bunu bana yapamazsın! Bekir ya sen, kuruluşu Müjgan’ın yönettiğini ne zamandan beri biliyordun? Müjgan! Ben bunu hak etmedim!
Cevdet’in seslerini susturduktan sonra yüzündeki şeytani gülümsemeyi bozmadan onun düzeneğe bağlı baygın yatan bedenine bakıp Doktor’un sorusuna cevaben yalnızca “Çok fedakâr biridir Cevdet Bey.” dedi.
“Bunu yapmak zor olacak. Umarım başarabilirim.”
“Başaracağından hiç kuşkum yok Doktor. Bunca yıldır burada çalışıyorum, senin kadar beni şaşırtan bir ikinci kişi olmadı desem yalan olur tabi ama sen de hiç küçümsenecek biri değilsin ha!” dedi Bekir ve bir kahkaha patlatıp Doktor’un koluna bir yumruk savurdu. Avucunda tuttuğu fındıklardan birkaç tanesini de ağzına attı.
“Bu sefer ben bile bundan emin değilim ancak yine de güvenin için teşekkür ederim Bekir. Benden Müfit Bey’de yaptığımız gibi gelecekteki birini geçmişteki biriyle bağlamamı isteseydiniz elektrotları Akif Bey’e yerleştirmem yetecekti ancak şimdi tam tersini istediğiniz için intakt bir kafatasının içine-“
“Zırvalamayı kes artık Doktor!” Müjgan oturduğu yerde istifini hiç bozmadan ancak gayet katı bir şekilde bunu söylemişti. “Bunca zaman içinde sana bir şeyi yap denince isteneni yapman gerektiğini kavrattığımızı düşünüyordum. Beni yanıltmamış ol lütfen.” Emir gayet açıktı. Doktor kuruluşta ilk kez korku hissetmişti. Cevdet Bey olsa onunla bu şekilde konuşmazdı. “Anladım Müjgan Hanım, elbette.” dedi.
Doktor, Müjgan’ı Akif’in bedeninin düzenek için uygun olmayıp başka bir beden kullanılması gerektiğine ikna edene kadar akla karayı seçmişti. Temporal lobunun hasar gördüğünü ve çevreyi algılayamayacağını anlatmış ve zihnine girilse dahi onunla iletişime geçilemeyeceğini söylemişti. Müjgan sürekli üstelese de en sonunda pes etmiş, Doktor’a hak vermişti.
Yapması gereken Cevdet Bey’in kafatasını açıp elektrotları beynine yerleştirmekti. Daha sonra da dalga eşleştiriciyi Akif’e bağlamaktı. Böylece Akif, Cevdet Bey’in bedeniyle uyanacaktı. Ancak hafızası, zihin yetileri hakkında bir şey söylemek çok güçtü. Çünkü eğer Semih’teki gibi olursa kısmi bir kayıp gerçekleşecekti. Neleri hatırlayıp hatırlamayacağı ise tamamen şansa bağlıydı. Ayrıca Semih sağlıklı biriydi, bu nedenle uyandığında normal bir şekilde dolaşabilmişti. Ancak makineye bağlı yaşayan Akif için aynı şartlardan bahsedilemezdi. Nasıl olacağını kendisi de merak ediyordu.
**
Doktor 6 saat süren işlemi bitirmiş ve elektrotları Cevdet’in beynine yerleştirmeyi başarmıştı. İşverenine yaptığı bu işlem sırasında sürekli uyanabilmesini ummuştu. Cevdet ölecek olursa onunla yaptığı anlaşmanın da bir hükmü kalmaz ve almayı beklediği paralar hiç olurdu.
“Cevdet’in işlemi tamamsa vakit kaybetmeden Akif’i de hazırla Doktor.” dedi Müjgan. Doktor artık onu ikiletmemesi gerektiğini anlamıştı. Hemen Akif’in başına yöneldi. İşlemin çok düşük olan şansını arttıracak bir yol aklına gelmişti. Semih’te yaptıkları gibi lensle değil, Müfit’te uyguladığı gibi kurşun deliği içerisinden beynine dalgaları ulaştırmayı deneyecekti. Bu sayede daha güçlü dalgalar oluşturarak beynin kapasitesini daha çok koruyabilirdi.
Hazırladığı çipi Akif’in kafasındaki deliğe yerleştirip iyice emin olduktan sonra Müjgan’ın yanına döndü. “Hazırız Müjgan Hanım.” dedi. Müjgan kafasını salladı ve son emri verdi: “Başlat öyleyse.”
**
Beyninde şimşekler çakıyordu. Gözlerine sanki bir çakmakla sürekli kıvılcımlar atılıyor, tüm vücudu infaz sandalyesine oturtulmuş gibi titriyor ve kasılıyordu. Yüzü geriliyor, başı zonkluyordu. Gözlerini açtığında her yer hareket halindeydi. Kulakları ve şakakları ise uyuşmuştu. Önce bir yatakta yattığını anladı. Sonra baş dönmesi hafifledi, kulağına uğultular gelmeye başladı.
“Akif kız çok şey biliyor. Asıl bilmesi gerektiğini söyle.”
“Daha ne var Allah’ın belası. Hâlâ yalan söylemekten bıkmadın mı?”
“Öğrenmesinin bir anlamı olmayacak Akif. Bitir şu işi.”
“Bir gün pişman öleceksin. Ya yaptıklarınla ya yapmadıklarınla.”
Kendini yataktan attı ve bağırmaya başladı. “Elgin’im, garibim! Yapamam, ben seni öldüremem. Kızım!” Başını ellerinin arasına aldı ve ağlamaya başladı. “Hayır, hayır. Garibim!”
Odanın kapısı açıldı ve içeriye birisi girdi. Yaşlı gözlerini sildi ve başını kaldırdı. Müjgan’ı hemen tanımıştı. Onu unutmak mümkün müydü? “Akif” dedi Müjgan ve “Müjgan” dedi Akif.
“Başından beri gerçek olan şeyi şimdi gerçekleştirdim Akif. Cevdet’in yerinde sen varsın. Döndün Akif. Artık geri geldin.” dedi ve koşup yatakta oturan sevgilisinin boynuna sarıldı. Uzunca bir süre sarıldılar. İkisi de birbiriyle yarışırcasına ağlıyordu.
“Akif, döndün sevgilim.”
“Nasıl oldu Müjgan? Neler oldu? Sen de ölmedin değil mi? Cehennem böyle bir yer olamaz.”
“Hayır, hayır. Sen ölmedin Akif. Silahını ateşledin ama ölmedin. Kurtardık seni. Artık kendi cennetimizdeyiz.” Akif, Müjgan’ın ellerini tutup öptü. “Evet, burası bir cennet olsa gerek.” dedi. Ayağa kalktı ve odadan çıktı. Ağlamaklıydı, çünkü her şeyi hatırlıyordu. Elgin’in sonunun ne olduğunu da tahmin ediyordu, hatta bundan emindi. Kızı ölmüştü ve onu öldüren de sevdiği kadındı. Bulunduğu yeri dolaştı. Kuruluşta hiçbir şey değişmemişti. Her şey her zamanki gibi tıkır tıkır işliyordu. Müjgan “Yap!” der, Cevdet emri verir ve istenen yapılırdı. Bu dünyada baskı, geçerli olan tek felsefeydi.
“Herkesi yolladım Akif. Bugün herkese izin verdim. Kimseyi bulamazsın. Yalnız sen ve ben. Kimsenin kavuşmamızı berbat etmesini istemedim.” Akif bir şey söylemeden bu odadan da çıktı ve merdivenlere yöneldi. Kuruluşun terasına çıktı ve her zaman sakladığı taşın altından sigara paketi ile kibrit kutusunu çıkardı. Kibritler yağmurdan biraz nemlenmişti. Oysaki Akif bunu da hesaplayıp bir taş seçmişti ama daha sonra çatının akıtmakta olduğunu fark etti. Kutunun içinden halen kuru olan bir kibrit seçerek sigarasını yaktı. Bu sırada Müjgan da terasa çıkmıştı. Akif onu gördü.
“Havalar hâlâ güzel. Bıraktığım gibi buldum birçok şeyi. Şu yosun tutmuş çatı dışında.”
Terasın kenarında her zaman oturup manzarayı seyrettiği sandalyesine yerleşti.
“Kibritler nemlenmiş ama bir tane daha kuru var. İstersen sana da yakayım bir dal.”
Müjgan olur anlamında kafasını salladı. Akif sigarasını yaktı.
“Yine oturduk beraber burada manzaraya karşı sigara içiyoruz. Silahı kafama dayadığımda artık bu hayalden de vazgeçmiştim. Bu anın keyfini sonuna dek çıkarmak istiyorum.” Müjgan güldü. “Hatırlıyor musun Müjgan? Beni son kez aradığında yine burada sigaramı içiyordum. Yarısını atmak zorunda kalmıştım. Eğer son sigaram yarım kalmış olsaydı çok üzülürdüm, teşekkür ederim vedamı yarım bırakmadığın için.”
“Artık veda falan olmayacak Akif. İşte birlikteyiz. Tüm artıklardan kurtulduk. Hiç kimse ayıramayacak bizi.”
“Sen dahil mi Müjgan?” Müjgan bu soruya afalladı. “Nasıl yani… Akif?” Akif sigarasını bitirip söndürdü.
“Bak Müjgan, güneş batıyor sevgilim.” Güneş gerçekten de etrafı kızıllığa boyamıştı.
“Vaktimizin azaldığını gösteriyor aynı zamanda.” Akif’in yüzündeki ifade acı doluydu.
“Akif ne demek istiyorsun?”
“Beni neden uyandırdın Müjgan? Neden ölmeme izin vermedin?” Müjgan’ın gözleri dolmuştu.
“Beraber olmamız için bir umut olsun diye. Ölme diye.”
“Gerçekten bu yüzden mi Müjgan? Vicdan azabı çektiğin için olmadığına emin misin?” Akif’in de gözünden yaşlar akmaya başlamıştı.
“Akif neler diyorsun? Beş yıldır hiçbir gece uyuyamadım. Kabuslar gördüm. Gözlerimi kapadığımda hep seninle kavuşmamızı düşledim. Cevdet dahil hiçbir erkeğin elini bile sıkmadım. Neler diyorsun sevgilim? Ben bunca yıldır sırf senin için yaşadım.” İkisi de her cümlede büyük acı çekiyordu.
“Beş yıl boyunca zihnim dışında hiçbir şeyi duymadan yatmak nasıl bir şeydi biliyor musun? Sürekli Elgin ve senin sesin vardı beynimde. ‘Çok şey biliyor, artık gerçeği öğrenmesinin bir yararı olmayacak, öldür onu’ diyordun bana. Kızımı öldürmemi istedin benden. Beş yıl boyunca her gün, her gece kızınla sevdiğin kadın arasında seçim yapmaya zorlanmak ne demek biliyor musun Müjgan? Her seferinde yeniden doğulan bir ölüm, unuttukça hatırlanan bir öykü, var mı yok mu belli olmayan bir masalı yaşadım. Bıraksaydın da keşke ölseydim. Bana bunu neden yaptın Müjgan? İkinize de kıyamayacağımı biliyordun.” Akif, Müjgan’ın ayaklarına kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Müjgan da yanına çöküp ona sarıldı. İki aşık birlikte acı çekip birlikte ağlıyorlardı.
“Özür dilerim sevgilim. Sana bunları yaşattığım için çok üzgünüm. Ama bak döndün. Seni yaşattım, geri getirdim. Hâlâ bir umudumuz var. Beraber yaşayabiliriz Akif. Bir geleceğimiz olabilir. Mutlu olabiliriz.” Akif, Müjgan’a daha sıkı sarıldı. Ağlıyordu ama bir yandan da Müjgan’ın saçlarını öpüyordu.
Akif, 2017 yılında Müjgan onu aceleyle çağırdığında bir sorun olduğunu anlamıştı. Bir tehlikeyle karşı karşıyaydılar ve bu öylesine büyüktü ki Müjgan onu telefonda haşlamış ancak konudan hiç bahsetmemişti. Akif yıllardır tanıdığı sevgilisinin ne tür bir konuda bu kadar sinirlenebileceğini biliyordu. Sigarasını yarısı içilmeyi bekler şekilde attıktan sonra paketi ve kibriti taşın altına yerleştirirken oraya çakısını da gizlemişti. Hem onu kullanması istenirse çakı yanında olmayacaktı hem de tehdit geçtiği zaman sadece onun bildiği bu yerden gelip onu alacaktı.
İşte Müjgan onu Cevdet’in bedeninde uyandırdığı zaman o taşın altından yalnızca sigara paketiyle kibrit kutusunu değil, o çakıyı da almış ve cebine gizlemişti.
“Üzgünüm Müjgan. Paslı bir mutlulukla yaşayamayız. Bir artık bin aşık yılı uzaktayız sevgilim. Sen bizi de geleceğimizi de o silahı bana doğrulttuğun an öldürdün. Elgin’i öldürdüğünde ise aslında kendini öldürdün.” Akif cebinden çakısını çıkarıp haykırarak Müjgan’ın kalbine sapladı. Müjgan irkildi ve acıyla inledi. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Akif… Neden?” dedi. Elleri bıçağa uzanmış ve kanla boyanmıştı.
“Müjgan… Müjgan! Üzgünüm sevgilim. Özür dilerim, özür dilerim!” Akif ağlıyordu. “Bizim için artık bir gelecek yok aşkım. Maalesef yok.” dedi.
Bıçağı Müjgan’ın göğsünden çekip kendi bileğine dayadı ve “Geliyorum kızım! Hayattaki en büyük hayal kırıklığın ama baban geliyor.” dedi ve atar damarının üzerinde uzun bir yarık açtı. Can çekişen Müjgan’ın elini tuttu ve yanına uzandı. İkisinin kanları birbirine karıştı ve şöyle söyledi. “Geliyorum sevgilim, bekle beni.” Zihnini son kez kaybetmeden önce şu Oscar Wilde’ın şu dizeleri vardı hatırında.
Kulak verin sözlerime iyice, Herkes öldürebilir sevdiğini Kimi bir bakışıyla yapar bunu, Kimi dalkavukça sözlerle, Korkaklar öpücük ile öldürür, Yürekliler kılıç darbeleriyle!
Kimi gençken öldürür sevdiğini Kimileri yaşlı iken öldürür; Şehvetli ellerle öldürür kimi Kimi altından ellerle öldürür; Merhametli kişi bıçak kullanır Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur, Kimi satar kimi de satın alır; Kimi gözyaşı döker öldürürken, Kimi kılı kıpırdamadan öldürür; Herkes öldürebilir sevdiğini Ama herkes öldürdü diye ölmez.
16.4.20
Comments