top of page

Beş Dakika Erken Olmasının Önemi Yok

Yazarın fotoğrafı: Nurullah Samet YılmazNurullah Samet Yılmaz

Doğa boşluk kabul etmez denir. Gerçekten de uzay boşluğu diye adlandırdığımız kocaman hacim bile özünde boşluk sözcüğünün ilk anlamını karşılamayacak kadar maddeyle doludur. Evrensel dişlinin gösterişsiz çarklarından biri olan insan da tıpkı oluşumuna katkı sağladığı büyük resim gibi kendi işlergesinde boşluğa yer vermez. Doğa için kabul edilemez boşluğun insandaki yansımasının da bekleyiş olduğunu düşünüyorum.

Savı ortaya koyduğuma göre rahatça savunmaya başlayabilirim. Geçen hafta sonu eşimle sıkıştırılmış Bursa gezisi yaptık. Çalışmaya başladığım günden bu yana yaklaşık üç dört yıldır her ay bir şehri gezmeye çalışıyorum. Evlendikten sonra eşimin de eşlik ettiği bu gezilerde ortalama iki üç geceden oluşan minik seyahatlerden oluşuyor. Örneğin şubatta Ankara’da iyi bir konser mi gördük, önce bilet, sonra uçak, sonra da kalacak yeri ayarlayıp şubatta oraya gidiyoruz. Ya da Eskişehir’de iki günlük bir kurs mu var, önce kursa kayıt, akşama tiyatro oyunu, sonra uçak, sonra otel gibi. Ana amacımız, başka bir yerde deneyimleyemeyeceğimiz bir etkinliğe katılmak ve gittiğimiz şehrin altını üstüne getirmek. Kısa şehir turu, tarihi ve kültürel yerler, alışveriş, minik gastronomi denemeleri ve o tarihlere denk gelen irili ufaklı tüm etkinlikler gezilerin omurgasını oluşturuyor.

Bu seyahatler sırasında sıkça uçakla yolculuk yaptığımız için bekleyişler de bu sürecin ayrılmaz bir parçası oluyor. Trabzon’da yaşadığımız için Ankara ve İstanbul dışındaki şehirlere doğrudan uçuş bulmak her zaman mümkün olmuyor. Yeri geliyor İzmir’e de Antalya’ya da aktarma yaparak uçmak zorunda kalıyorsunuz. Uzun soluklu tatil planlarımızda aktarma sırasında havaalanlarında geçirdiğimiz süre çok gözümüze gelmese de kısa gezilerde ister istemez günleri verimli kullanmak, olabildiği kadar aktarma süresini kısa tutmak ve seyahatin önemli bölümünü gidilecek yere ayırmak esaslaşıyor.

Her ne kadar vaktimi ölü zaman boşluklarına feda etmek hoşuma gitmese de hayatın her yanında olduğu gibi uçaklarda da önüne geçemeyeceğimiz bekleyişler oluyor. Ancak insan öğrenen bir varlık ise -ki öyle olduğunu biliyoruz- müdahale edemeyeceği durumlara olan tutumunu değiştirmek zorunda. Gel gelelim atlar bile ayağının taşa değdiği yerden sonraki geçişinde yolunu değiştirirken insanlar ısrarla aynı anlamsız mücadeleyi sürdürüyor.

Hikaye bilet kontrolünü geçtikten sonra bekleme salonunda başlıyor. Daha uçağın kalkmasına bir saat varken henüz yolculuk yapacağımız uçak aprona bile gelmemişken kapının önünde en az otuz kişilik kuyruk oluşur. Kuyruğun önünde yer kapmak için gizli bir mücadele başlar. Herkesin oturacağı koltuk belliyken, herkes koltuğuna yerleşmiş olsa bile yetişememiş yolcular için adıyla son çağrı yapılır ve beklenirken bir saat önceden tam olarak neyin kuyruğuna girildiğini anlayamıyorum. Kuyrukta önden yer kapınca business class’ta mı uçuluyor? Ya da sona kalınca ayakta mı gidiliyor?

Kuyruk mücadelesi sona erip uçağa binince ikinci kaos başlıyor: Uçağa binememek. Koltuğa ilerleyip bir parça el bagajını başüstü dolabına yerleştirmenin on saniye sürmesi gerekirken dolaplarda yer kalmayacak korkusundan insanlar birbirlerinin üzerinden valizlerini yerleştirmeye çalışıyor.

Bir şekilde yerinize oturduktan sonra kemer bağlama ve telefon kapatma uyarılarının bilmem kaç tekrarlanmasına rağmen halen uyulmamasını artık söylemiyorum. Benden önce de pek çok kez konuşuldu.

Tüm bu karmaşanın en sevdiğim bölümü tabii ki alçalma anonsunun geldiği andan uçağın yere inmesine kadar geçen on beş dakikadır. İnsanların içindeki zamanyiyen canavar kendini asıl burada belli eder.

Anons geldikten sonra bazı koltuklarda fokurdanma başlar. İnişe geçildiği için kemerlerin yeniden bağlanması söylenirken ayağa kalkıp dolabından valizini almaya çalışanları görürsünüz. Çünkü piste inince bavulu almak için artık çok geçtir. O kadar bekleyecek zamanınız yoktur. Kabin ekibinin uyarıları sonrası insanlar güç bela yerine otursa da gözler her zaman başüstü dolabındadır.

İniş gerçekleşip tekerlek piste değdiğinde ise folklorik olarak bir gösteri başlar. Uçakta ne kadar yolcu varsa bir anda kemerler çözülür. Koridor ve orta koltukta oturan herkes birden ayağa kalkar. Dolapların yarısının kapağı açılır. Valizler hıncahınç aşağıya iner, valizlerin yarısı insanların başına çarpar. Koridorda nefes alacak yer kalmaz. Orta koltuktakiler tepesinde dolap olduğu için yarı eğik biçimde o daracık koltuk arasında kendini koridora atmaya çalışır. Bazı pencere kenarı yolcular yerinden hareket edemediği için kendisi kadar cevval olmayan orta koltuktaki yolcuları psikolojik baskı altına alır. Oysa uçak ineli otuz saniye olmamıştır.

Uçağın yere inmesiyle bizim uçaktan ayrılmamız arasında dünya yansa aşamayacağımız bir on dakika var. Bisikletten inmiyoruz ki yere değer değmez aşağı inebilelim. Uçak taksiyi bitirdikten sonra park pozisyonuna gelecek. Kapıya ya bir körük ya da merdiven yanaştırılacak. Ondan sonra kapılar açılacak ve herkes uçaktan inebilecek. Daha gelen yolcu binasına yüz metre varken merdiven ortada yokken ayağa kalkıp insanların üstüne çıkmanın amacı nedir? Paraşütle mi ineceğiz, kapıdan yere mi atlayacağız, şişme kaydırakla mı kayacağız? Ne yapacağız? Niye balık istifi gibi koridora yığılıyoruz? Medeni insanlar gibi on dakika daha koltuklarımızda bekleyelim, kapı açılsın ve valizlerimizi alıp usulca dağılalım. Ne yaparsak yapalım o bekleyişe müdahale edemiyoruz, o halde acele etmemizin ne anlamı var? Önce bunu kabul edelim.

Dokunulmaz bekleyişlerin insan zihnindeki tahammülsüzlüğünü anlayabiliyorum. Gücümüz dışında gelişen olayların neden olduğu bekleyişler, içimizdeki acizlik duygusunu kaşıyor. Bir şey yapamamak, kendimizi irademiz dışındaki bir kişiye ya da duruma teslim etmek zorunda olmak yetersiz hissettiriyor. Doğasında boşluğa yer olmayan insan, yaşamında da bekleyişin yayıldığı zaman aralığını umutsuzca da olsa bir eylemle doldurmak, başka bir pencereden baktığımızda ise öldürmek istiyor.

Oysa bir adım geriye çıkıp daha geniş bir açıdan bakabilirseniz, bir yere beş dakika önce gitmeyle beş dakika sonra gitmenin bir farkı olmadığını; bir işi beş dakika erken yapmayla beş dakika geç yapmanın bir değeri olmadığını görebilirsiniz. Zamanla ciddi anlamda yarıştığınız, dakikaların önemli olduğu anlar o kadar seyrek ki. Bir şey için acele ettiğiniz her an aynı gün içinde öldürdüğünüz bir sürü öteki anı düşünün. Çoğu durumun gözünüzdeki değerini yeniden belirleyeceksiniz.  

Gel gelelim her şey hazır olduktan sonra uçaktan inmek için gereken on dakikaya dahi katlanamayan insan, havalimanının kapısından çıktıktan sonra da yaşamın büyük mücadelelerinde de maalesef aynı tahammülsüzlüğünü sürdürüyor.

 

 

9 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page